Şirketimizle ilgili en son bilgiyi burada...
Bulacaksınız. Şirketimizle ilgili en son...
Orta birinci sınıfa giderken çizme hastalığına sebep olan o korkunç virüs bütün vücudumu kapladı, beni tamamen ele geçirdi (Ondan önce de çizerdim elbet fakat o zamanlar pek bir zararsızdı). Çizgi roman karakterleri yaratmaya işte o yaşta başladım: Liprot, Komiser Arnos, Karatenin Kralı Yokohoma, Arabis Hasan, Kıl Sakal, Kantakarina vs... Onun dışında skeçler, sonu gelmeyen romanlar yazıyor, gazeteler falan hazırlıyordum. E bunlar için de bol bol kağıt lazımdı. Sadece ben de çizmiyordum ki evde, yedi kardeşli ailede herkes bu işlerle haşır neşirdi ( Belki ben biraz daha fazla kaptırmıştım kendimi).
Kötü bir öğrenci değildim ama okula gitmek büyük bir işkenceydi benim için. Sadece sobanın başına kıvrılıp nefes bile almadan çizgi roman yapmak istiyordum.
Ah şu okula gitmek! Beni çizmekten alıkoyan ayağımdaki pranga! Lanet olasıca! Allah kahr... bela! (Bunu zagor okumayanlar bilmez). O yüzden bir türlü gelmek bilmeyen yaz tatilini iple çekerdim.
Yazın evde büyük bir kağıt kıtlığı yaşandığı için okul defterlerimizi silmemiz gerekiyordu. Okulun bittiği ilk gün bizim evde hummalı bir çalışma başlardı. Herkes okul defterlerini silmeye koyulurdu. Silinen sayfalar çoğaldıkça mutluluğum da artıyordu. Silmekten ateş gibi yanan parmaklarımı dinlendirirken sildiğim sayfaları sayıyor, oraya dolduracağım birbirinden heyecanlı maceralar gözümün önüne geliyor, mutluluktan deliriyordum.
Hiç sevmediğim şey bastıra bastıra silsem de bir türlü izini yok edemediğim ders yazılarının güzelim çizgilerimden rol çalmasıydı. Bazen bu yazılarla inatlaşıyor, izleri yok edeceğim diye silgiye abandığımdan güzelim sayfaları yırtıyordum. Bir sayfa yırtılınca onun karşılığına gelen diğer sayfayı da çıkartmak dünyanın en trajik sahnesidir!
Bu yüzden okul dönemimde, yazın kolay sileyim diye bastırmadan yazmayı akıl edebildim. Silinmiyor diye kırmızı kalem kullanmamaya gayret ediyordum. Defterlerimin gerçek sahibi çizgi romanlardı çünkü. Derslere emaneten veriyordum onları.
Fakat yetiyor muydu bu defterler? Ne gezer! Daha tatil yarılanmadan defterlerim biterdi. Sonra diğer kardeşlerden defter sayfası dilenme faslı başlardı. Defterin ortasından ikili bir sayfa (çıkmak derdik) bedava verilmezdi elbet, çünkü kağıt evdeki en değerli şeydi. Bir iki sayfa karşılığında, evdeki en korkunç şeyi yapmayı kabul ederdik: Bakkala gitmek! Defter sayfaları uğruna amansız pazarlıklar yapılırdı; şu kadar sayfaya şu kadar yerine bakkala gitmenin pazarlıkları. Defter kapakları çok daha değerliydi, bir çıkmak için bir kere bakkala gidiyorsan, bir defter kapağı için beş kere falan gitmen gerekiyordu. Bu kapaklar önemliydi, çünkü çizgi roman bitince ona güzel bir kapak yapmak gerekiyordu.
Neyse uzatmayalım, defterlerle ilişkim böyle başladı. Artık zengin olduğumdan dolayı defterleri silmek zorunda kalmıyorum. Son on yıldır matbaacılar sitesinden arzu ettiğim kağıtları alıyor, gidip ciltçide yaptırıyorum. Daha öncesinde hazır satın alıyordum. Onun da öncesinde (90’lı yıllarda) eşantiyon ajandaları kullanıyordum.
Pandemi dönemine kadar yanıma defterimi almadan tek bir gün bile dışarı çıkmamışımdır. Ayakkabılarımı giymeyi unutmuşumdur, defterimi unutmamışımdır.
Pandemide eve hapsolunca bir tablet alma gafletine düştüm. Pandemi bitince bu gavur icadından kurtulamadım, onunla dışarıya çıkmaya başladım. Çünkü animasyon da yapmaya başlamıştım ve lanet tablet çok işe yarıyordu. Yani anlayacağınız özümden uzaklaştığım, teknolojinin köleliğine soyunduğum, yavaş yavaş asimile olmaya başladığım karanlık bir döneme girdim.
Sonra “Hayıııır!” dedim, çağa bu kadar kolay teslim olmamalıydım! Defterimi kuytulardan çıkardım tekrar. Bazen iş icabı tablet ile dışarı çıksam da genelde defterim yine yanımda.
Replace this text with information about you and your business or add information that will be useful for your customers.